01 Şubat 2023
Kategori: Hikayeler
Anı Müzayedesi’ne ilk kez geliyordu. Herhangi bir teklifte bulunmayacak olsa bile uzun yıllardır ziyaret etme niyeti vardı. Müzayede büyük insan işiydi onun için. Kıymetli eserleri incelemekten başka herhangi bir hususla ilgilenmeyen, yaşamını ve enerjisini yalnız bu uğurda harcıyor gibi görünen ‘kibar’ beyler ve hanımların yeriydi. Kendini bu tip etkinlikler için fazla toy bulduğundan, bir dostu ona eşlik etmesini rica edinceye dek bekledi.
Etrafta şık giyimli hanımlar büyük bir coşkuyla teklife sunulacak anılar üzerine tahminlerde bulunuyor, istisnalar olmakla beraber çoğu takım elbiseli beyefendi fikirlerini kendine saklıyordu. Fısıldaşmalara ve kısa kahkahalara katılan herkes aslında peşinde olduğu anılarla hiç ilgilenmiyormuş gibi yapıyor, karşı tarafın gözünde değerini düşürmeye uğraşıyordu. “Elvis’in son konserine gitmiş bir adam öbür tarafa göçmeden evvel anısını bağışlamış diyorlar. Ne komik! Kim buna para verir ki?”
Ufak tefek, geniş bir bey olan münadinin sol elindeki çanı çalmasıyla katılımcıların sessizliğe gömülmesi ve yerlerine geçmesi bir oldu. “Evet efendim, hepiniz hoş geldiniz. Bendeniz Ufak Tefek Geniş Bey. Bugün pek nadide anıları sizin takdirinize sunacağız. Hepsi daha evvel çeşitli sahipler tarafından satın alınmış ve severek kullanılmış. Çok uzatmadan ilk anımıza geçmek istiyorum. Biliyorsunuz ki kıymeti daha ziyade yüksek olan anılarımızı sona saklıyoruz. Fakat ne yalan söyleyeyim, şimdi duyuracağım anı da benim oldukça beğendiğim hatta sahip olmak istediğim türde. Orijinal sahibinin özelini korumak adına isim vermeyeceğim. Anımız, pek önemli bir makamda görev yapan bir beyefendinin 1982’nin Temmuz’undaki Viyana seyahatinden tamamı net olmamakla birlikte 67 dakikalık Hofburg İmparatorluk Sarayı gezisinden oluşuyor. Beş bin lira ile açılışı yapıyorum. Beş bin beş yüz arıyorum, evet. Altı bin arıyorum. Altı bin beş yüz geliyor, yedi bin arıyorum. Yedi bin beş yüz var mı? Var. Sekiz bin arıyorum. On bin geldi. On bin beş yüz veren var mı? On bine satıyorum. Satıyorum… Sat-tım! 18 numaralı hanımefendi bu kıymetli anının sahibi oldu. Hayırlı olsun efendim, güle güle hatırlayın.”
Kibar bir alkış koptu. Eldivenli eller kuğuları andıracak zarafette birbirine değiyor, başlar onaylarcasına bir aşağı bir yukarı sallanıyor, 18 numaralı hanımefendi çevresindekiler tarafından tebrik ediliyordu. “İyi seçim doğrusu. Ucuza da aldınız benden söylemesi.”
“Dilerseniz 2. anımıza geçelim. Son yıllarında yoksullukla boğuşan ve maalesef pek çok anısını satmak zorunda kalan Judy Garland’ın Oz Büyücüsü setinde geçirdiği tam iki günden oluşan anısı için açılışımı sekiz bin lira ile yapacağım. Yalnız efendim, bilmekte fayda var ki, daha ileri yaşlarda kullandığı ilaçlar dolayısıyla görüntüler silikleşiyor ve gerçekle alakasız bazı hayal ürünü anlar ortaya çıkabiliyor. Fakat bu gibi yanılsamaların anı sahibine zarar vermeyeceğini temin ediyorum. Onaylı sağlık belgeleri de elbette yanında teslim edilecektir. Şimdi sekiz bin arıyorum… dokuz bin… yirmi bine satıyorum, satıyorum, sat-tım!"
Bir takım iş adamlarının ufak tefek ayrıntılar dışında ayrışmayan Avrupa, Amerika, Afrika, Asya gezileri; bir doktorun bağışladığı ilgilisine (özellikle tıp öğrencilerine yönelik) 4-5 saatlik ameliyat anıları, siyasi parti başkanlarının katıldığı seçkin yemekler, paraşütle atlama tecrübeleri, Barış Akarsu ile röportaj yapan bir adamın sanatçının ailesine teslim edilmek yerine oldukça yüksek bir meblağa satılan hatırası… Son olarak da Elvis’in 1977’de gerçekleşen Indianapolis konserini herhangi bir göz sorunu olmadığı için neredeyse HD şekilde izleyen bir adamın ölmeden evvel bağışladığı anısı vardı. Böylece müzayedenin ilk yarısı sona erdi. Fakat hala hiç teklif vermeyen, numarasını göstermeye tenezzül bile etmeyen pek çok insan vardı. Bu onu şaşırttı. Böylesine şık elbiseler giyip süslendikten ve müzayedeye katılma zahmetine girdikten sonra kendisi gibi hiçbir şey almayacaklar mıydı yoksa? Belki de kibar insanlarla öyle çok ayrışmıyordu. İhtimal ya, belki kendisi de bir noktaya kadar kibar sayılabilirdi.
Dostunun kulağına doğru eğildi. “Sanırım onlar da bizim gibi yalnız izlemeye gelmiş.” diye fısıldadı. Dostu ona dönmeye gerek duymadan, “Bekliyorlar.” dedi.
“Neyi?”
Çan sesi tekrar duyuldu.
“Evet efendim, kısa bir ara verdik. Zannediyorum herkes soluklandı. Tekrar yeni anı sahiplerimizi kutlamak istiyorum. Hayırlı uğurlu olsun.” Ufak Tefek Geniş Adam boğazını temizledi. “Şimdi efendim, hepimizin beklediği kısma geldik. Bu anımızı maddi sıkıntılar çeken bir çiftin 2017 senesinde sattığını duymanın verdiği hüznü yaşıyoruz. İsmini açıklayamadığımız bebeklerinin yaklaşık otuz saniye boyunca annesinin baş parmağını tutma anını elli binden açıyorum.”
“Bunu.” dedi dostu.
“Seksen beş bine satıyorum, satıyorum. Sat-tım!”
“Sıradaki anımız oldukça büyüleyici. 2000’lerin başında Seğmenler Parkı’nda ailesiyle piknik yaparken salıncakta sallanan bir çocuğun tam 147 saniyelik anısı. Açılışı yüz binle yapıyorum! Var mı arttıran?”
“İki yüz bine satıyorum. Sat-tım!”
“Şimdi çok nadide, az bulunur bir anımızı sunmanın verdiği haklı gururu yaşıyorum. 2007 senesinde karne günü okuldan eve yürüyerek dönen ve kapıda annesini görünce koşarak ona sarılan bir kız çocuğunun 43 saniyelik hatırası! Açılışı yüz yirmi binle yapıyorum! Yüz elli bin!”
“Fakat bunlar çok basit, herkesin hayatında mutlak suretle bir versiyonu olan anılar.” diye karşı çıktı dostuna.
“Sende de var mı?”
“Elbette!” dedi. “Çocukken geçirdiğim tüm bayramlar, ailemle gittiğim tüm akraba ziyaretleri, kardeşimin doğumu, ilk gülüşü… Hepsi bu kadar kıymetli mi sahiden?”
Ufak Tefek Geniş Adam konuşmayı bırakmıştı. Kibarlar dönmüş, onu izliyordu. Bakışlarında daha evvel rast gelmediği bir açgözlülük vardı. “İki milyon!” dedi birisi. “Ben dört veririm!” dedi öteki. “Altı! Sekiz! On!” Dostu arttırdı: “Yirmi! Otuz!”
“Satıyorum. Satıyorum. Sat-tım!”
Anı Müzayedesi’nden çıktığında evinin yolunu dahi hatırlamıyordu.