06 Mart 2023
Kategori: Hikayeler
Adam haftanın her günü yaşamak istemediğini fark ettiğinde henüz lisedeydi. Kız arkadaşıyla tartışmış, matematik sınavından beklediğinin altında not almıştı. Sigara yakmak için yanıp tutuşurken çakmak almaya gittiği bakkal onu reşit olmadığı için eli boş göndermişti. Akşamüstü otobüsü kaçırmış, eve yürüyerek gitmeye karar verdiğinde yağmur bastırmıştı. Geçim derdi olmadığından bir taksiye atlamış, taksinin lastiği patlayınca yağmur altında yürümeye razı olmuştu. Eve gelip de annesinin o yumuşacık yanaklarını görünce rahatlamayı beklerken ardı arkası kesilmeyen “Günün nasıl geçti? Yemek yedin mi? Niye saçın ıslak?” gibi sorular genç adamın midesini daha da bulandırmış, yaşamaktan bir hayli soğutmuştu. Sonunda yatağına uzanıp tavanla göz göze geldiğinde onu sahiden mutlu eden tek şeyin uyumak olduğunu fark etmişti. Bu dünyada yerini korurken bir başka dünyayla meşgul olmak, hareketlerinin sorumluluğunu almamak, tüm can sıkıcı meselelerden habersiz kalmak Allah’ın bir nimeti değil de neydi? Huzur verici rüyalar görme ihtimali de işi daha bir çekici kılıyordu. Gerçi o, hiç rüya görmemeyi, tamamen bilincini kapatmayı ve dünyayı bir süreliğine unutmayı yeğlerdi. Neyse ki yapısı gereği pek kâbus gören bir kimse değildi. Herhalde hiçbir şeyi üstüne düşünüp de içerleyecek miktarda önemsemiyor, günlerini yatağa girip de yorganı başına çekeceği anı beklemekle geçiriyordu. O halde neden bu kadar az uyuyordu?
Ertesi gün cumartesiydi. Okulu olmadığından geç kalkmanın da bir mahzuru yoktu. Yalnız genç adam biraz düşündü. Tüm eski cumartesileri hatırlamaya uğraştı. Geçen haftaki hatıraları, ondan önceki haftanın hatıraları ve dört sene evvelki hafta sonları… hepsi bir bir aklına düştü.
İşte, on ikiden sonra uyanıyor. Ağzında ekşi bir tat, yağlanmış saçları iyice dikilmiş. Tişörtünü yıkamaya atsa iyi olacak. Annesi her zamanki gibi mutfakta. Mis yemek kokuları odasına kadar geliyor. Belli ki sabah sucuklu yumurta yapılmış fakat bizimkini uyandırmaya
kıyamamışlar. Şimdi annesi ne istiyorsa oğluna hazırlar. Canı da hiçbir şey çekmiyor. İştahı ergenliğe girdiğinden beri kapalı. O kitapları okumasaydı belki kahvaltısını tatlı tatlı edebilirdi. Ama o kitapları okumuştu çoktan, dünyanın sırrını öğrenmişti.
Annesi meşhur omletini yapıyor hemen. Bir de meyve tabağı hazırlıyor. Genç adam bazen kadının haline üzülecek gibi oluyor ama empati yapacak kadar ileri gitmiyor. Taze sıkılmış portakal suyunu dikiyor, tek yudumda bitiriyor. Annesinin emeğini görmezden gelir gibi. Tadını damağında hissetmeye vakit ayırmadan.
Sonra “Ben çıkıyorum.” diyor. Çocuklarla buluşuyor. Her zamanki köşelerinde sigaralarını yakıyorlar. Kanunları çiğnemenin keyfi var yüzlerinde. Hem devlete hem de ailelerine karşı gelmişler. Yanlarından geçen bir amca “Oğlum çok gençsiniz, yapmayın. Yazık ciğerlerinize!” diye feryat ettiğinde, “Sen işine bak, çok konuşma amca!” diyorlar. Genç adam bu gruba pek de ait hissetmiyor. Fakat herhangi bir meşgalesi olmadığından muhabbetlerini dinleyip
yüzeysel şakalarına gülmekten zarar gelmez diye düşünüyor. Her şaka en az bir ırkı gücendiriyor. Genç adam üstüne düşünmeden kahkahayı basıyor.
Akşama kadar mahallesinde bir oraya bir buraya savruluyor. Eve dönünce de yemek yiyip ödevlerine gömülüyor. Arkadaşlarından tek farkı ders çalışma alışkanlığı olsa gerek. Bir de kadınları onlar kadar komik bulmuyor.
Ödev yaptıktan sonra kız arkadaşının mesajlarına cevap vermek aklına geliyor. “Pardon görmemişim.” yazıyor. Gönlünü alacak birkaç hoş cümlenin ardından iyi geceler diyor. Kız, “Sen beni sevmiyorsun. Hep beni görmezden geliyorsun.” diye isyan edince bir iç çekip
devamlı tekrarladığı sözleri sunuyor: “Olur mu öyle şey, ders çalışıyordum. Evet on yedi saat telefonuma bakmadığım oluyor. Ne başka kızı, bizim oğlanlarlaydım. Tamam bir dahaki sefere hemen cevap veririm. Yarın seni güzel bir kafeye götüreyim.”
Uyumadan önce biraz kitap okuyor. En çok yatağında rahat ediyor. Saat ikiye geldiğinde ışıklarını söndürüyor. Rüya görmüyor.
Aşağı yukarı her cumartesi, fark edilmeyecek kadar önemsiz değişiklikleri saymazsak (mesela kız arkadaşı ona farklı bir konuda tavır koyuyor olabilirdi), tıpatıp aynı geçiyordu. Ve tüm bu
boş geçen günleri anımsayan genç adam, vaktini daha verimli kullanması gerektiğinde karar kıldı. Arkadaşlarının sesleri aklına gelince tüyleri diken diken oluyordu. Kız arkadaşını bir daha
görmese özleyeceğini hiç sanmıyordu. Annesinin ondan beklediği tek şeyin ‘yemek’ olması iştahını iyice kaçırıyordu. Öyleyse cumartesileri yaşamak yerine uyusa, hayatından hiçbir
güzellik eksilmeyecekti. Aksine, pazar günleri daha bir dinç uyanacak, derslerine daha bir kendini vererek çalışacaktı.
Böylece genç adam, cumartesi günlerini uyuyarak geçirmeye başladı.
Büyüyüp de üniversite çağına geldiğinde şehir dışında, aklını çok da meşgul etmeyecek bir bölüm seçmiş, kapasitesinin elverdiğinden daha az miktarda ders almıştı. Şimdi haftanın iki günü boşluğu vardı ve ne ondan ilgi bekleyen kız arkadaşı, ne de devamlı elinde kaşıkla
dolanan ve “Şunu bir dene hele.” diyen annesi dikkatini dağıtabilirdi. Sigarayı da bırakmıştı, kokusuna katlanamıyordu. Kiraladığı tek odalı eve sadece yatak ve kitaplık koymuştu.
Böylece genç adam, salı ve cuma günlerini de uyuyarak geçirmeye başladı.
Pazar günü kırk sekiz saatlik uykusundan uyandığında, genç adam hiç aç değildi. Yalnız daha çok uyumak istiyor, onu elli üç kere aramış annesini görmezden gelmesini meşrulaştıracak
tek şeyin bu olduğuna inanıyordu. O gün bir planı olup olmadığını düşündü fakat kimseye söz verdiğini hatırlamıyordu. Bir bardak su içti ve buzdolabını açtı. Neredeyse iki haftadır alışverişe çıkmıyordu. İştahsızlığı had safhaya ulaşmıştı. Buna rağmen kilo verdiği söylenemezdi. Yüzü gayet sağlıklı görünüyordu. Kuvveti yerindeydi.
Genç adam bir gün daha uyusa, hayatından bir şey eksilmez diye düşündü. Böylece pazar günlerini de uyuyarak geçirmeye başladı.
Üniversite geçip gitti. Şimdi artık iş hayatına atılması ve kendine bir düzen kurması lazımdı. En azından, beklentiler bu yöndeydi. Fakat yemek yemeyi dahi bırakan bu adamın pek de bir masrafı olduğu söylenemezdi. Bu yüzden yarı zamanlı bir işin onu yeterince tatmin edeceğini düşündü.
Evlilik meselesini aklına bile getirmiyordu. Haftanın dört gününü uyumakla değerlendirirken bilincinin yerinde olduğu saatleri dırdırcı bir kadınla geçiremezdi. Hem onun hayat anlayışına
uyacak türde birinin var olabileceğini düşünmüyordu. Sonra, çocuk yapmak isterdi kesin bu kadın. Adamın uyuyacağı günler hemen üçe, sonra ikiye düşerdi. Birkaç aya kalmadan normal
insanlar gibi sekiz saat uyuması gerekirdi. Ne vahim olurdu bu. Kabullenemez bir durumdu! Öyleyse hayatında kadına falan ihtiyaç yoktu. Annesi de rahmetli olmuştu zaten. Onu arayan birkaç üniversite arkadaşı dışında kimseyle görüşmüyordu. “Herhalde telefonumu kapatırsam onlar da bir süre sonra bana ulaşmaktan vazgeçerler.” diye düşündü.
Haftanın yalnız iki günü çalışacağından adam, perşembe günlerini de uyuyarak geçirmeye karar verdi.
Otuzlarındaydı artık. Patronuna nazı geçiyordu. Yemek yemeyeli on seneden fazla olmuştu. “Lütfen.” diyordu. “Bir günlüğüne gelip iki günlük iş yapsam, olmaz mı?” Sadece uyumak istiyordu. Kimseyi dinlemeye hali yoktu. Soru sormaya tenezzül bile etmiyordu. Dünyaya neden geldiğini merak etmiyordu. Rüya görmüyordu, en çok buna seviniyordu. Evine, yatağına dönmek istiyordu. Odasının lambası patlayalı aylar oluyordu.
Çok geçmeden patronu pek az gördüğü bu sadık ve sessiz çalışanının isteklerine razı geldi. Böylece adam, çarşamba günlerini de uyuyarak geçirmeye başladı.
Hayatı mükemmele yakındı artık. Tek bir pürüz vardı, o da pazartesileri uyanmak zorunda kalmasıydı. Sabah sekiz buçukta gözlerini açıyor, elini yüzünü aceleyle yıkıyor, saçlarını taramayı aklına bile getirmeden ütüsüz gömleğine ve rengi solmuş pantolonuna uzanıyordu. Koşarak yakındaki ofisine gidiyor, tam dokuzda (ne bir dakika erken ne bir dakika geç) işinin başına geçiyordu. Öğle arasına dahi çıkmadan çalışıyordu. Hayattan tam anlamıyla kopmamak için bazen akşamları kitap okuduğu oluyordu. Saat on ikiyi geçtiğinde ise hemen yatağına kıvrılıyor, mışıl mışıl uyumaya koyuluyordu.
Bu durum uzun yıllar boyunca, aynen bu şekilde devam etti. Haftanın altı günü uyuyan adam halinden memnundu. Şimdi elliye merdiven dayamıştı. Saçında bir beyaz tel dahi yoktu. Yanakları doğuştan al aldı. Hiç görünmediği kadar karizmatik görünüyor, insanlarda onunla
konuşma isteği uyandırıyordu. Fakat adamın hayatına, uğruna uyanık kalmak isteyeceği kimse girmemişti.
Esniyordu yine. Uykusu gelmişti. Günlerden pazartesi idi.
Yorumlar (2)
Övgü
yanıtla
Leselya Koko
yanıtla