Glen Hansard’dan Lies’ı dinliyor, bir yandan da mutfağı topluyordum. Saat sabah 4 idi. Ve ben hiç olmadığım kadar enerjiktim. Uyumayalı epey oluyordu, yani yakın zamanda uyanmamıştım. Rüya görmemiş ve düşecek gibi hissetmemiştim. Yastığımın üstü soğumuş, yorganım kendi kendine ütülenmişti. Kedim benden çok uyuyordu. Üstelik o uyumamasıyla ünlüydü.
Boynumu ovmadan bulaşık yıkamaya başlayamıyordum. Sanki orada bana her şeyin iyi olacağını ve dayanmamı söyleyen bir nokta vardı. Ne zaman rahatsız hissetsem boynumu ovardım, evet. Bunu geçen aylarda fark ettim. Söyleyecek bir şey bulamadığımda elimin saç köklerimi çekiştirdiğini... Parmaklarımın tişörtümün yakalarında gezindiğini yani…
Kendime dair bu ilginç özelliği öğrendiğimde, bir tikim olduğunu bilmiyordum, oldukça hüzünlü hissettim. Bunu tek başıma öğrendiğim için kederliydim. Keşke biri bana, “Galiba iyi hissetmediğinde boynunu ovuyorsun.” deseydi. Böylece dikkate değer bir kimse olduğumu hissederdim. “Hiç fark etmedim.” derdim. O da “İmkânsız, hep yapıyorsun!” diye yanıtlardı. O günden sonra da, elimi kaldıracak gibi olduğumda konuyu değiştirirdi. Bana Totoro çizgi filminden ve kılcal damarlardan bahsedilmemesi gerektiğini bilirdi.