04 Mart 2021
Kategori: Hikayeler
Şimdiye kadar ona en uzun süre bakmış kişi Bob Dylan’dı. Hard Rain kapağındaki sert bakışlarıyla komodininde durduğu genci incelerdi. Sabah akşam demeden, dudaklarını hep bir şey söyleyecekmiş gibi aralık tutardı. Kimileri onun bu halini huzursuz edici bulurdu, kimilerinin tüyleri ürperirdi. Kimileri ise bu plağı diğerlerinin arkasına yerleştirirdi. Böylelikle sorgulayıcı bakışlardan kaçar ve yeni cümleler duymaya olan meraklarını bastırırlardı. Ama komodinin sahibi genç onu her yerde izleyen bu gözlerden çekinmiyordu. Başta, plağın kapağında ellerini ilk gezdirdiğinde yani, içi azıcık da olsa titremişti. Bob Dylan’ın bakışlarının erişemediği bir yer var mı diye epey araştırma yapmıştı. Ama tavana da çıksa, yorganının altına da saklansa, takip edilme hissi yakasından düşmüyordu. Sanki Bob, onun nereye gideceğini önceden tahmin ediyordu. Bir şekilde, sanki, geleceği görüyordu.
Bu eski ruhlu gencin başka plakları da vardı. Onları düzenlemeyi, sonra karıştırmayı, sonra tekrar düzenlemeyi severdi. Günde en az bir defa kapaklarını inceleyip yeni bulduğu ayrıntılar üzerine düşünürdü ve bu düşünceler ona inanılmaz bir haz verirdi. Sonra duyduğu bu hazzı bastıramayacağından endişelenip masasının başına geçerdi. Ama müzik peşini bırakmazdı. Gürültüyle bastığı tuşlardan taşan ezgiye kulak verince, o gece de uyuyamayacağının farkına varırdı.
Sahip olduğu plaklardan biri Amanda Lear’e aitti. Kapak fotoğrafında tam olarak size bakıyor gibi görünüyordu ama biraz kenara çekildiğinizde aslında baktığı şeyin siz değil de kamera olduğunu anlıyordunuz. Sonra Elvis’in The Researcher’ı vardı. Onun da gözleri sizinkilere kenetlenmiş izlenimi veriyordu. Ama daha çok, aynada kederli bir biçimde kendini inceleyen bir adama benziyordu. Sonra, bir Boşnak grubu olan COD’un plağı vardı. Kapaktaki tüm üyeler takım elbise giyinmişti ve onları dinleyecek kişiye bakıyormuş gibi bir his veriyorlardı. Ama sanki hepsi kıyafetleri tam oturmuş mu diye kendilerini inceliyordu. The Beatles’ın Rubber Soul’unun kapağındaki John Lennon aşağı doğru (aşağıda siz bulunuyorsunuz) bakıyordu. Ama diğer üyeler başka yönlere odaklandığı için, orada olup olmadığınızdan emin olmak mümkün değildi. Gerçi, sizi yalnızca John Lennon’un görebileceğini düşünmek de oldukça romantik, yanılıyor muyum?
Yine de…
Bob farklıydı işte. Kaşlarının altındaki ruhunuzu okuyan bakışlar her gün değişiyordu. Mesela genç bir hata yaptığında hayal kırıklığına uğramış bir babanın kılığına bürünüyordu. Genç yüksek not aldığında dillenip, “Başaracağını biliyordum.” diye fısıldıyordu. Ama daha fazlasını söylemiyordu çünkü kendini yalnızca şarkı söylerken düzgün bir şekilde ifade edebiliyordu.
Genç kendini kötü hissedecek olduğunda sol göz kapağı düşüyordu ve o da kederleniyordu. Genç kendini suçladığında sağ gözündeki beyaz yansımaya şefkat ve öfke düşüyordu. “Bunu yapma.” diyordu. “Üstüne gelme.”
Genç de ona bakacak olduğunda bıyık altından gülümsüyor gibi oluyordu. Ciddi kalmaya çalışıyordu ama o Beatles’ı yeni nesilden çok daha iyi tanıyordu. “Sen de bilmiyor musun aptaldır havalıyı oynayan, dünyasını biraz daha soğuk hale getiren…”
Bob’un elleri görünmüyordu. Başından aşağısı yoktu. Yalnızca tüm mimiklerine yayılmış zekâsı ile dinleyiciyi çağırıyordu. Sesini duymamış kimse sesini hayal edemiyordu.
Bob gün geçtikçe eskiyordu. Genç, bunu geleceği görmesine bağlıyordu. “Acaba bana mı üzülüyor?” diyordu. Yıpratmamak için pek az dokunduğu bu plağın üstünde yeni yeni çizgiler oluşuyordu.
Genç, Bob’un gideceğinin farkındaydı ama terk edilmek istemiyordu. Bu yüzden onu pikabı olmayan birine verecekti. Pikabı olmayan bir kimseye çizilmiş bir plağın hiçbir şey ifade etmeyeceğini biliyordu.