12 Mart 2018
Kategori: Hikayeler
Gün ışıklarının gözünün üzerinde dans etmeye başlamasıyla çocuk heyecanla yatağından sıçradı. “Günaydın Gökyüzüüüüüüüü!” dedi zevkle.
Çocuk, kurak ama yine de yeşil denilebilecek bir kasabada anne ve babasıyla yaşıyordu. Son bir yıldır kendisinde tuhaf haller vardı.
Yemek yiyesi gelmiyor, her an tokmuş gibi hissediyordu. Gökyüzü’ne bakınca kalbi pır pır ediyordu. Midesinde mor kanatlı kelebekler uçuşuyordu. Bir de şair ruhlu olmuştu ki sormayın. Sınıfındaki tüm arkadaşlarının şiir ödevlerini bizzat kendisi yapardı. Yürüyüşü değişmiş, omuzları öne doğru eğilmişti. Bir aralar sınıftan hiç çıkmadan arkadaşlarıyla oyun oynayan Çocuk, şimdi dışarıda ağaçların arasındaki rüzgâr ezgisini dinler olmuştu. Sessizleşmişti. Eskiden okula son dakikalarda yetişirken, şimdi Gökyüzü’nü bir dakika da olsa fazla görebilmek için saatini çok erken vakitlere kurardı. Eh çocuk aklı… Bir yanlış anlaşma vardı kafasında. Gökyüzü’nü sadece sabahları var sanıyordu. Yani gece gelince, Gökyüzü’nün de gittiğini düşünüyordu. Bu yüzden sevdiğini karşılamak için güneş doğmadan uyanmayı tercih ediyordu ama bu sabah olduğu gibi son anda kalktığı da oluyordu.
Haline gülenlere aldırmazdı. Okulda ‘deliliğiyle’ epey ünlü olmuştu. Koridorda ilerlerken herkes parmakla onu gösterip birilerine bir şeyler fısıldarlardı. Çocuk hafifçe tebessüm edip yoluna devam ederdi. Fakat asıl sorun ailesindeydi. Anne ve babası yoğun olarak çalışmaktaydılar. Çocuklarıyla kaldıkları vakitte onun ‘Gökyüzü sevgilisini’ anlatması onları endişelendiriyordu. Birkaç defa psikoloğa gitmişlerse de hepsinden aynı sözle gönderildiler: “Çocuğunuzun hayal gücü geniş.” Oysa çocuğun şu hayatta emin olduğu tek şey Gökyüzü’ne olan sevgisiydi. Bir gün anne, çocuğu karşısına aldı.
Akşam üstü güneşin batmasıyla çocuk masasına çekildi. Eline kalem alınca rahatlar, huzurla dolardı. Babasının eve girmesiyle dışarı kulak kabarttı. Annesi çocuğun durumunun vahimliğini anlatıp yakınıyordu. Babası da kadıncağızı teskin etmeye çalışıyordu. Birkaç dakika sonra çocuğun kapısı öfkeyle açıldı. Tahmin edildiği üzere giren babasıydı. Kâğıt kalemi görünce adam daha da öfkelendi. “Yeter! Bir daha anneni endişelendirecek şeyler söylemeyeceksin! Notların da düştü! Derhal yatağa gir! Yarın ilk iş seni özel derse yazdıracağım. Teneffüslerde de dışarı çıkmayacaksın!” Kapı sertçe kapandı. Çocuk yatağına girip sessizce ağlamaya başladı. “Neyse ki.” dedi. “Neyse ki Gökyüzü gitti de görmedi şu halimi.”
Çocuk tüm gece kâbus gördü. Gece üç gibi, terden ıslanmış uzun kirpiklerinin süslediği buğulu gözlerini açtı. Herkese yük olduğunu düşünüyordu. Tüm dünya ona sırtını dönmüştü. Küçücük kalbine o kadar duygu yüklenmişti ki sızlıyordu. Ateşi olduğunu hissetti ama umursamadı. Bir süre hareketsiz kalıp tavanı izledikten sonra ayağa kalktı. İki sene önce Amsterdam’a gidecekleri vakit aldığı bavulu dolabının üstünden aldı. Toz olduğu için üstüne üflemeye başladı. Bavula birkaç kıyafet ve defterini koyup elini karnına götürdü. Saatlerdir hiçbir şey yememesine rağmen tok hissediyordu.
Hiçbir not bırakmadan evden çıktı. O hazırlanana kadar güneş yüzünü göstermeye başlamıştı bile. “Günaydın Gökyüzü.” dedi ağlamaktan kısılmış sesiyle. “Gitme kararı aldım… Beni yarı yolda bırakma olur mu?” Böylece başladı yürümeye. İki saatlik yoldan sonra bir çeşmenin yanına çömeldi. “Dünya ne kadar büyükmüş.” diye fısıldadı. Sonra duraksadı. Etrafa baktı. Kimse yoktu. “NEDEN FISILDIYORUM Kİ?” Bağırdı. “KİMSE DUYMUYORSA İSTEDİĞİMİ SÖYLEYEBİLİRİM DEMEKTİR! DÜNYA NE KADAR BÜYÜKMÜŞ HA HA HA! GÖKYÜZÜ HER YERE UZANIYOR. GİTTİĞİM HER YERE GELİYOR! DÜNYA NE KADAR BÜYÜKMÜŞ! HER YER GEZİLMEYİ BEKLİYOR!” Başını yukarı kaldırdı. “HADİ GÖKYÜZÜ. KİMSE DUYMUYOR. SEN DE KONUŞSANA!” Gülümseyerek bekledi. “HADİSENE!” Ellerini kulaklarına götürdü. “BEN DUYMUYORUM! SEN DE KONUŞ! UTANMA! BURADA KİMSE YOK! Cevap alamayınca sinirlendi. “KONUŞMAZSAN KONUŞMA!” Sinirle bir taşa tekme attı. Midesinin bulandığını hissetti ve kendini yerde buldu. Baktığı gökyüzü yavaşça karardı.
Gözlerini açtığında ilk gördüğü şey tahta bir tavandı. Korkuyla yerinden fırladı. “NEREDEYİM BEN?” Ateşte peynir eriten adam anlamsızca ona baktı.
Adam çocuğun kalması için ısrar etmedi fakat en azından güneş doğana kadar beklemesini rica etti. Çocuk da bu teklifi kabul etti. Sabah olunca çocuk bavulunu aldı ve adama veda etti. Boş bir bakışla kulübeyi terk etti. Eve dönmek üzere yola çıktı. Yukarı hiç bakmadı. Gözlerini yerden ayırmıyordu. Ayakkabısında bir yaş görmesiyle duraksadı. Ağlıyor muydu? Yoo gözleri kuruydu. Bir damla daha gördü. Başını yukarı çevirdi. Yağmur damlaları yanaklarından süzülüyordu. Gülümsedi.