23 Haziran 2022
Kategori: Hikayeler
Marjinal Ördek Kiko içeriden azimle kırmış olduğu yumurtasından o ufacık başını uzattığında annesinin yüzündeki gülümseme sönüverdi. Sevimli bir suratı vardı, doğru. Islak tüyleri zaten minik olan kafasını daha da basık gösteriyordu. Ağırlığı ortalamaydı ve perdeli ayakları babasına gurur verecek ölçüde genişti. Kendini devamlı geliştirmeye odaklanırsa her sene yaşadıkları çiftliğin hemen dışındaki gölde gerçekleştirilen Geleneksel Ördekler Arası Yüzme Yarışması’nda dikkate değer bir performans sergileyebilirdi. Güler yüzlü de bir hali vardı sanki. Öyle bakması zahmetli birine benzemiyordu. Ama annesi somurtuyordu işte. Yavrusunun geriye yatmış sarı tüylerindeki alışılmadık mavi kısım gözüne çarptığından söyleniyordu.
Marjinal Ördek Kiko’yu gören babası kanatlarıyla beceriksizce tuttuğu gazeteyi masaya bıraktı ve gözlüklerinin üzerinden yavrusunu tepeden tırnağa şöyle bir süzdü. Eşinin hal ve hareketleriyle kendini belli eden endişesini dikkate değer bulmamış olmalı ki tekrar gazetesine döndü. Çiftliğin azılı çetesi Çirkin Ördek Yavruları yine kırmızı kapılı ahırı basıp ineklerin öğle yemeğini yürütmüştü. Bir Alman kurdu olan Dedektif Bertram yaptığı açıklamada çete üyelerinin ikisinin tutuklandığını, ama ele başlarının ismini vermediklerini ileri sürüyordu. Baba Ördek şöyle bir iç çekip, “Sen yumurtlamaya bak.” dedi. “Yakında çitleri boyamaya gelecekler. O zamana dek Kiko evden çıkmayacak.”
“Ama neden?” diye sordu Anne Ördek. Kiko’yu biraz tiksintiyle biraz da şefkatle süzdü.
“Sarı boyayla kapatmaya çalışacağım. İlk yavrumuzun ÇÖY’e (Çirkin Ördek Yavruları’nın kısaltılmış ismi) katılacağından endişe ediyorum.”
“Fakat o çirkin değil.” Anne Ördek karşı çıktı. “Sadece biraz mavi o kadar.”
“Sen hiç mavi bir ördek yavrusu gördün mü Hanım?”
“Doğrusu, hayır.”
“Daha önce benzerini görmediysek çirkindir.”
Babası onu sarı boya dolu bir kovaya attığında neredeyse boğuluyordu. Kiko kendine geldiğinde tüyleri kaskatı olmuş, her biri fazla jöle kullanmış rüküş bir beyefendinin saçları gibi dikilmişti. Kanatlarını zar zor hareket ettiriyordu ve rahatça gülümseyemiyordu bile. Gözlerini araladığında Baba Ördek’in her zamanki ifadesiz suratıyla karşılaştı. “Tuhaf göründüğü doğru.” dedi sözlerinin Kiko’yu inciteceğini hesaba katmadan. “Ama en azından çirkin değil. Gençler son zamanlarda yeni stiller deniyor, bu görüntünün moda olmaması için herhangi bir neden göremiyorum.”
“Ah, yavrum… Neden normal doğmadın ki!” diye feryat etti Anne Ördek.
“Sen yumurtlamaya bak!” Baba Ördek paytak adımlarla evin yolunu tuttu.
“Bu stres bana hiç iyi gelmedi.” diye bu sefer kendine acıdı Anne Ördek.
Gittikçe kuruyup dökülmeye başlayan boyanın kokusundan uyuyamayan Kiko pencereden ölüm sessizliğine gömülmüş çiftliği seyrediyordu. Kimse konuşmazken, havlamazken ya da miyavlamazken etraf ne de huzur dolu görünüyordu, işte buna şaşıyordu. Uzaklardaki dağların gökyüzünün koyu lacivert rengine karışmış siluetini incelerken kuşların seslerini işitti. “Ah kuşlar, ne de güzeldir!” diye mırıldandı kendi kendine. “Kırmızısı var, yeşili var, siyahı var hatta mavisi bile var. Onların yanında yaşasam herhalde kimsecikler keyfimi kaçırmazdı.” Biraz düşündü. “Geç vakitlere kadar uyanık kalıyor, havalar soğuyunca Hawaii’ye göç ediyorlar. Kanatlarıyla yapıyorlar bunu. E benim de kanatlarım var değil mi? Öyleyse pekâlâ bir kuş da olabilirim ben.”
Marjinal Ördek Kiko daha çiftliğin yetenekli horozu Pavarotti uyanmadan çıktı evinden. Sırtında sırt çantası, var gücüyle koşuyordu. Yanına bir diş fırçası, yol için iki tutam maydanoz ve Sartre’den Bulantı’yı almıştı. Pavarotti’nin gür sesini işittiğinde çoktan gölü geçmiş, Meşe Ağacından sola dönmüştü. Karşısına iki saka kuşu çıkınca ancak perdeli koca ayaklarını durmaya ikna edebildi.
“Merhaba!” dedi kuşlardan biri. “Sana bir espri yapayım ister misin?”
“Olur.” Kiko nefes alışverişini düzeltmeye çalışırken başını salladı.
“İki ördek gölde yüzerken biri ‘vak vak’ demiş diğeri ne demiş?”
“Ne demiş?”
“Lafı ağzımdan aldın.”
“Gerçekten saka gibi kuşlarsınız.” dedi Kiko içinden. Önündeki iki kuş gülmekten yerlere yatarken sakince onları seyretti. “Ama ördekler de nereden çıktı şimdi? Ben bir ördek değilim.”
“Nasıl değilsin?” diye sordu biri gözlerinden gelen yaşı kanadıyla silerken.
“Değilim işte. Ben bir kuşum. Bakın,” Tüylerindeki mavi kısmı gösterdi. Sarı boyanın parçacıkları hala duruyordu gerçi. “siz hiç mavi ördek gördünüz mü?”
“Ben görmedim sen gördün mü?” diye sordu kuşlar birbirlerine. “Öyleyse nesin sen?”
“Bendeniz Kiko, sizin gibi bir saka kuşuyum.”
“Hadi oradan! Kanatların nerede?”
“Burada işte!” Kiko kanatlarını iki yana açıp etrafında döndü.
“Yalan söylüyorsun!” Kuşlar fısıldaşmak için biraz uzaklaştılar ondan. “Test etmeli.” dedi biri. Diğeri de başını hızla salladı. Temkinli bir şekilde Kiko’nun yanına döndüler. “Sana inanmamızı istiyorsan bir espri patlat da gülelim.”
Marjinal Ördek Kiko üç ayrı espri yaptı. Ama hepsi ince düşünülmüş, zekice bir araya getirilmiş konulardan oluştuğu için kuşlar gülmediler. “Senin bir saka kuşu olmana imkân yok!” deyip kanatlarını açtılar ve karşı dağın ardında gözden kayboldular.
Kiko yanlışlıkla bir buğday tarlasına girmiş, yolunu bulmaya çalışıyordu. Bu sefer karşısına bir mavi alakarga çıktı. “Hey!” diye bağırdı kuş. “Tüylerime baksana. Ne de güzeller.” Kiko başını sallayarak onayladı. “Hem de maviler. Söylesenize, dışlanıyor musunuz renginiz yüzünden?” Mavi alakarga kuvvetli bir kahkaha attı, “Niye dışlanayım canım? Kuzey Amerika’dan geliyorum ben. İsmim Richard. Beni burada epey sever sayarlar.”
“Sahi mi?”
“Elbette.”
“Doğrusunu söylemek gerekirse…” dedi Kiko. “Ben de Kuzey Amerika’dan geliyorum.”
“Öyle mi? Nesin sen tam olarak?”
“Kendi türünüzü tanımadığınıza inanmam! Bir alakargayım ben. Hem de mavisinden!”
“Hadi oradan, sarısın sen!”
“Yok canım, maviyim işte.” Kiko tüylerini kabartıp mavi kısmı iyice ortaya çıkarttı.
“Öyleyse Kuzey Amerika şehirlerini say bana.”
“Tokyo, Teksas, Ankara?”
“Benimle kafa buluyorsun herhalde çocuk!” Mavi alakarga kaşlarını çattı ve uçup gitti.
Kiko bir malikânenin bahçesine sızmıştı şimdi. Görkemli bir çeşmeden su içiyordu ki gözüne iki Japon balığı takıldı. “Onlar da yüzüyor, ben de yüzüyorum. Öyleyse pekâlâ bir balık da olabilirim.”
“Koniçiva!” dedi Kiko başını suya daldırıp.
“Ne dedi o? Koniçiva mı dedi? Hah! Bizi türümüze göre yargılaması çok ayıp. Benim babam Makedonya göçmeni.” diye çıkıştı balıklardan küçük olanı.
“Biz de Bursalıyız.” dedi balıklardan büyük olanı.
Kiko hemen hatasının farkına varıp içtenlikle özür diledi. “Bendeniz Kiko, aslen Bursalı olan bir Japon balığıyım. Tıpkı sizin gibi.”
“Hadi oradan!” dedi büyük balık dalga geçer gibi.
“Yemin ederim öyleyim. Bakın, yüzüyorum.”
“Bursa’nın yöresel yemeklerini saymadan inanmam.”
Biraz düşündü Kiko. “Kayısı, ceviz, leblebi.”
“Başkalarıyla uğraş çocuk! İşimiz gücümüz var bizim!” dedi küçük balık.
“Sayonara sana! Belli ki buralardan değilsin hah ha!” dedi büyük balık.
Marjinal Ördek Kiko boynu bükük, çeşmenin karşısına geçti. Biraz oturup ağladı, gözyaşları kuruyuncaya dek hareket etmedi. Yalnız biri ona “Neyin var evladım?” diye seslenince arkasına dönecek gücü buldu kendinde. Soruyu soran zarif bir kuğuydu, yanında da eşi vardı. Boyunlarını birbirine dolamış, kocaman gözleriyle Kiko’yu seyrediyorlardı.
“Yok bir şeyim.” dedi Kiko. “Japon balıklarıyla tartıştım.”
“Ah şu alt tabaka yok mu! Madem aşağıdasın, yerini de bil, değil mi? Üzülme küçüğüm.” dedi kuğulardan biri.
“Neyse ki kendi türümden birilerine rastladım.”
“Ne yani, bir kuğu musun sen? Hayatta inanmam.”
“Öyleyim! Baksanıza aynı sizinki gibi perdeli ayaklarım var.”
“Hmmmm…” diye düşündü kuğular. “Öyleyse boynundan kalp yap bakalım.” Hemen Kiko’ya örnek olsun diye uzun boyunlarını birbirlerine yaklaştırıp kalp şekli oluşturdular. “Sonra yıldız yap.” Bu sefer de kafalarını yapıştırıp yıldız şekli yaptılar. “Sonra kare yap.” Boyunlarını iyice gerip kare şeklini gösterdiler.
Kiko boynunu uzatmayı denedi ama yapamadı. “Yalan söylüyorum. Bir kuğu değilim ben.”
“Nesin öyleyse?”
“Ben de bilmiyorum.”
“Havlayabiliyor musun?”
“Yok.”
“Miyavlayabiliyor musun?”
“Yok.”
“Siyaset tartışabiliyor musun?”
“Sanırım.”
“Bir insan olabilirsin öyleyse.”
Kiko kuğulara teşekkür ettikten sonra malikâneden içeri girip evin beyefendisinin çalışma odasının kapısını tıklattı. “Merhaba rahatsız ediyorum, nasılsınız?”
Adam okuduğu kitaptan başını kaldırdı. “İyiyim, teşekkür ederim. Sizi sormalı.”
“Ben de iyiyim şükür. Hem iyiyim hem de insanım.”
“Ya, bir insansınız demek.”
“Evet öyleyim. Yalnız veganım.”
“Anladım. Ne istiyorsunuz benden?”
“Bana destek olmanızı istiyorum. İnsan olduğum için.”
“Ya, insan olduğunuz için size destek olmamı istiyorsunuz demek.”
“Evet aynen öyle.”
“Peki bu bana ne katacak?”
“Nasıl?”
“Biri ben size el uzatırken fotoğrafımı çekecek mi? İyiliğimin karşılığını çek ile ödeyecek misiniz? Bir iş anlaşmasına varacak mıyız? Medya beni takdir edecek mi? Annem sırtımı sıvazlayacak mı, karım benimle gurur duyacak mı? Kızım okulda daha popüler olacak mı? Arazimi genişletecek miyim? Sözümü insanlara dinletebilecek miyim?”
“Hayır, sanırım.”
“Öyleyse size destek falan olamam. Köpek olsaydınız belki mama verirdim. Kedi olsaydınız ufak bir yastıkta yatmanıza müsaade ederdim. Türünün tek örneği bir kuş olsaydınız sizi korumak için etrafınıza çit çekerdim. Soyu tükenen bir gergedan olsaydınız belki sizinle ilgilenen derneğe yüklü bir miktar bağışta bulunurdum. Ama insan olduğunuz için destek olamam size. Sevemem de.”
“Peki öyleyse.”
“Kapıyı ardınızdan kapatın. Cereyan oluyor.”
Marjinal Ördek Kiko hevesini kıran bu konuşmadan sonra amaçsız amaçsız etrafta dolanırken hava kararmaya başladığından tedirgin olup tekrar evinin yolunu tuttu. Yürüdü, yürüdü. Arada bir durup maydanozunun sapıyla dişlerini kaşıdı. Fakat Kiko’nun başı hiç belasız kalır mı? Meşe Ağacının oralara vardığı gibi iki haydut tarafından kaçırıldı.
Kiko gözlerini açtığında bir sandalyeye bağlanmış olduğunu fark etti. Simsiyah duvarları olan odayı aydınlatan lambadan gelen parlak ışık başını ağrıtıyordu. Kafalarına çorap geçirmiş haydutlar onun uyanmasıyla sorgularına başladılar.
“Bu saatte çiftliğin dışında ne yapıyorsun söyle!”
“Hiç, hiç… evimin yolunu şaşırmışım.”
“Ya öyle mi? Biz de inandık! Kimsin sen? Adın ne?”
Kiko ÇÖY’ün eline düştüğünün farkında olduğundan gerildiğini belli etmemeye uğraştı. Boğazını temizledi ve “Elbette bir çirkin ördek yavrusuyum!” diye çıkıştı.
“Hadi oradan! Gayet de güzelsin sen!”
“Yanılıyorsunuz.”
“Şu biçimli gagaya bakın hele! Kendini bizimle bir tutuyor hadsiz!”
“Çirkinim ben! Yemin ederim!”
“Öyle mi? Kanıtla!”
Kiko mavi tüylerini işaret etti. “Bakın, kusurluyum işte.”
“Doğru söylüyorsun. Kusurlusun sen. Kusurlu ördek yavruları olsa onlar seni kabul ederdi. Ama çirkin değilsin ki.”
“Fiziksel kusurlar bizi çirkin yapar. Ben de pekâlâ çirkin bir ördek yavrusuyum işte.”
“Doğru noktalara değiniyorsun ama yine de eksik bir şeyler var. Bana çirkin ördek yavrularının en çok duyduğu sözü söyle.”
Kiko annesinin dediklerini tekrar etti: “Ah, yavrum… Neden normal doğmadın ki?”
“Hayır, doğrusu ‘önemli olan iç güzellik’ olacaktı. Sen bir çirkin ördek yavrusu değilsin. Şimdi defol buradan!”
Marjinal Ördek Kiko evine geldiğinde saat çok geç olmuştu. Günün yorgunluğunu üstünden atabilmek için yatağına uzanıp gözlerini kapattı. Şimdi o, yeterince sarı olmayan bir ördek yavrusu, yeterince komik olmayan bir saka kuşu, yeterince Kuzey Amerikalı olmayan bir mavi alakarga, yeterince Bursalı olmayan bir japon balığı, yeterince uzun boyunlu olmayan bir kuğu, faydacılığı yeterince kavrayamamış bir insan ve yeterince çirkin olmayan bir çirkin ördek yavrusuydu.
Kiko şansını bir de penguenlerle denemeye karar verdi.
Paytak paytak yürüyordu.