03 Nisan 2020

Tavanın Yerinde Gökyüzü Olsaydı

Kategori: Hikayeler

Leselya Koko

Tavanın Yerinde Gökyüzü Olsaydı

Evde geçirdiğim 22. günü de tamamlarken yatağıma uzanıp sessizce tavanın yerinde gökyüzü olduğunu hayal ediyorum. Kendime ve insanlara verebileceğim tek şey soyut ve temeli zayıf cümlelerken, o cümleleri dahi yazamamak biraz da olsa içimi sızlatıyor... Geleceğe doğru giden yolun üstüne çöken sis yüzünden önümü göremiyorum. “Hayallerimi gerçekleştirebilecek miyim acaba?” diye düşünüyorum ve televizyondan bugünün ölüm sayısı açıklanırken gözlerimi kapatıp bir ‘yapılacaklar listesi’ oluşturuyorum.

Önce boynumda rüzgârı hissetmeyi çok özlediğim için İngiltere’nin kırsal kesimlerine gidiyorum. Amacım Jane Austen’ın “Ve bazen duygularımı kendime saklıyorum, çünkü onları anlatabilecek hiçbir dil bulamıyorum.” sözlerini defterine yazdığı yeri bulmak. Winchester’da hava güneşli ve her yerden filmlerde insanlar dans ederken konuştuğunda duyulan o tatlı boğuk müzik yükseliyor. Gördüğüm her bir ağaç bilge sözler söyleyerek yapraklarını kabartıyorlar.

Yol bulmakta çok kötü olduğum için bir anda Viyana sokaklarına düşüyorum. “Olsun zaten listemde buraya gelmek de vardı!” diyerek kendimi rahatlatıyorum. “Şimdi tek yapmam gereken Salieri’yi bulmak, hah işte orada!” Hemen koşup leziz kokuların çıktığı fırına giriyorum. Tüm o insan kalabalığının arasından benden çok daha uzun olan Salieri’nin ceketini tutuyorum ve onu dışarı çekiyorum. Aksi bir biçimde bağırıyor: “Ne yapıyorsunuz hanımefendi?” Gülümseyip Salieri’yi omuzlarından tutarak sarsıyorum: “Sen çok yeteneklisin Salieri! Çok yeteneklisin! Bunu sakın unutma!”

O arkamdan şaşkın şaşkın bakarken hemen karşı sokaktaki bir eve giriyorum. Mozart hasta, yatağında yatıyor. Komodinde duran ıslak bezi alnına yerleştirirken bir ninni fısıldıyorum. Sonra da “Ufak tefek bir adamsın.” diyorum. Gözlerini açacak hali olmayan Mozart kaşlarını çatıyor. “Deli gibi gülüyorsun.” Islak bezi soğutmak için leğendeki suya koyuyorum ve bir süre bekledikten sonra çıkartıp suyunu sıkıyorum. Mozart’ın acısı hafifliyor, bunu alnındaki agresif kırışıklıkların yavaş yavaş silinmesinden anlıyorum. “Sen…” diyorum. “Dünyadaki en güzel insansın.”

Evden çıkınca gözlerimdeki yaşlar sokakları boğmaya başlıyor. Ve birdenbire masmavi gözünde denizi barındıran bir kimseyle karşılaşıyorum. “Ss… siz… Vincent Bey misiniz?” Tarlanın ortasında tek başına resim yapan adam “Bilmiyorum.” diye yanıtlıyor sorumu. Oturacak bir kaya bulup sessizce fırça ve tuval arasında geçen sohbeti dinliyorum.

Sırada ne varmış bir bakalım… Primrose Hİll’de gri tonların hakim olduğu karanlık bir eve giriyorum. Genç bir kadın fırının ayarlarıyla oynuyor. Sylvia Plath bu, hemen tanıyorum! Fırının kapağını kapatıp buz kesilmiş bu kadına sarılıyorum. Çünkü bazen insanlar sadece sıcak bir kucaklamaya ihtiyaç duyar. İşim bitince oradan ayrılıyorum.

Bir sonraki durağım Brontëlerin evi. Bir zamanlar Emily, Charlotte, Anne, Branwell ve Maria kardeşlerin kahkahalarıyla yaşayan bu ev derin bir kedere bürünmüş. Tek başına ayakta kalmaya çalışan baba Patrick Brontë odasında ıstırap içinde uyuyor. Ses çıkartmadan eve girip bulaşıkları yıkadıktan ve etrafı silip süpürdükten sonra çıkıyorum.

“Nereye gitsem? Nereye gitsem?” diye düşünürken aklıma Elton John’un Candle In The Wind isimli şarkısı geliyor. Mırıldanarak yürürken Los Angeles’ın havası içimi ürpertiyor. “Huzursuz bir gece.” diye düşünüyorum. Işığı sönmüş evleri incelerken bir pencerenin önünde saçlarını tarayan Marilyn Monroe’yu görüyorum. Hemen cebimdeki kâğıda aklıma gelen o sözleri yazıp uçak yaparak işin devamını rüzgârın getirmesini bekliyorum. Kâğıttan uçağım Marilyn Monroe’nun kucağına düşüyor. “Ve bana öyle geliyor ki sen hayatını yaşadın, rüzgârdaki bir mum gibi.” Yanaklarında gamzeleri beliriyor, Norma Jeane bana el sallıyor.

Hazır buralara kadar gelmişken bir de La La Land’in çekildiği yere de gideyim diyorum. Çıktığım tepedeki banka oturup önüme serilmiş ışıltılı şehri seyrediyorum. Derin bir iç çektikten sonra gözlerim gökyüzüyle buluşuyor ve tavanımda bir yıldız kayıyor.

Yorumlar (5)

  • Nika

    Nika

    03 Nisan 2020 17:36 zamanında |
    Çok güzel ❤

    yanıtla

  • Atila kutlutaş

    Atila kutlutaş

    29 Kasım 2020 08:01 zamanında |
    Yazının kıymetini takdir edebilecek kelimeleri bilmiyorum, lütfen bağışla. Seninle aynı zamanda yaşıyor olmak Allah azze ve cellenin bir ikramı diye düşünüyorum. Kıymetli yeğen, kıymet verdiğin insanlarla birlikte şen olasın.

    yanıtla

    • Leselya Koko

      Leselya Koko

      30 Kasım 2020 07:40 zamanında |
      Atila amcacığımm! Çok teşekkür ederiim!!!

      yanıtla

  • Neşe Kutlutaş

    Neşe Kutlutaş

    30 Kasım 2020 13:08 zamanında |
    Atila'ya : "Fatma'yı okuduğumda Zaman zaman Çehov okuyor gibi hissediyorum" dediğimde, "Haksızlık yapıyorsun bence Fatma'yı kimseyle kıyaslama çünkü onun daha bu yaşta kendi sesi var" dedi. Atila'ya katılıyorum; senin kendi sesin ve yazılarının enfes bir lezzeti var. Sen yaz biz okuyalım teyze kurban... Sevgiler

    yanıtla

    • Leselya Koko

      Leselya Koko

      30 Kasım 2020 17:13 zamanında |
      Neşe teyzeeee ne kadar naziksin! Çok teşekkür ederim tüm nazik sözlerin için. Seni seviyorum...

      yanıtla

Bir yorum yapın

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz.