***
Ne zaman bir kitapçıya girsem hayatımın değişmesini bekliyorum. Önüme bir kitap düşmesini ve içinde bulduğum haritayla denize açılmayı… Bir sayfanın benim dikkatimi çekmek için parlamasını veya hoparlörden en sevdiğim parçanın çalmasını bekliyorum…
Bekliyorum,
ve beklemeye devam ediyorum.
Sonu olan fakat sonsuz gibi gelen bu zaman zerreciğinin içinde koşmak varken yolların bana doğru gelmesini, kalemi kaldırmak varken tüm fikirlerin mucizevi bir şekilde kâğıtta belirmesini…
Ben de pek çok insan gibi bir bankta oturmuş, huzur verici dalgaları izleyerek o geminin gelmesini bekliyorum. Binmeye cesaret edemedim çünkü. Gidenlere el salladım, hatta hediyeler yerleştirdim bavullarına… Denize şişenin içine koyduğum bir mektup bıraktım. Aynı yerde, aynı pozisyonda beklerken yaptım bunları.
Ne zaman dışarı çıksam gözlerim gülümseyen birilerini arar. Gökyüzündeki bulutlara çok nadiren uzun uzun bakarım. Fakat her gün gökyüzüne zaman ayıranlara hayran kalırım.
Evden dışarı adım attığım her an dünyayla yeniden tanışıyormuşum gibi gelir. Bir kez daha selamlaşmayı, sipariş vermeyi, hatta yürümeyi öğrenmem gerekiyormuş gibi… Fakat herkesin acelesi vardır ve ben ortada dururken insanlar hızla hareket eder.
“Sabah 5’te kalkan” youtuberları izlerken saate bakarım: 04.58
Uyku vakti gelmiş demektir.
“Keşke bir gün sokakta bir mektup bulsam” diyerek iç çekerim. “Keşke metroda biri şarkı söylemeye başlasa ve herkes telefonlarından başlarını kaldırıp o kişiye eşlik etse…”
Bekliyorum,
ve beklemeye devam ediyorum.
Bir şeylerin değişmesini,
birilerinin değişmesini…
“Beni Harikalar Diyarı’na götürecek tavşan nerede?”
***
Ne zaman bir kitapçıya girsem hayatım sarsılacak gibi olur ama sarsılmaz...dı. Bunca zaman yanlış banktaydım çünkü. Denizin kendisi olmak varken oturup dalgaları seyretmiştim.
“Gitmek istiyorsanız Harikalar Diyarı’na, beni takip edin.”