21 Ekim 2022

Lebowitz'in Ayakkabıları

Kategori: Yazılar

Leselya K.

Lebowitz'in Ayakkabıları

02.03.2022

Hayır, Schrödinger’in Kedisi yahut Burton’ın Çizgili Çorabı değil. New York sokaklarında omuzlarını öne çıkartıp, duruşunu kamburlaştıran ve her an bir münakaşaya girecekmiş gibi tez ve agresif adımlar atan Fran Lebowitz’in Ayakkabıları. Daha spesifik olmak gerekirse, kovboy çizmeleri.

Gömleğinin üstüne geçirdiği kendine en az 2 beden büyük gelen blazer ceketi, bol ve paçası kıvrılmış kot pantolonu ile neredeyse ‘sıradan’ diyebileceğimiz bir görüntü yakalarken bakışlarımızın deri kovboy çizmelerine kaymasıyla Lebowitz’in dik başlı imajı kendini ortaya koyuyor. Süregelen uyuma entelektüel bir başkaldırı.

 

1978’de katıldığı bir programın sunucusu Lebowitz’e soruyor: “Neden herkesin keyif aldığı televizyon haberlerinden hoşlanmıyorsunuz?” Sanki o herkesin keyif aldığı bir şeyden keyif alabilirmiş gibi.

“Bunun sadece televizyonla bir alakası yok, ben gazetelerden de hoşlanmıyorum. Genel olarak ‘haberleri’ sevmiyorum. Yalnız televizyon haberlerini değil… Çünkü sana hiçbir zaman önemli şeylerden bahsetmezler.”

“Bahsetmezler mi?”

“Hayır, sahiden önemli bir durum olsaydı annem arardı zaten.” Seyircilerin kahkahaları yüzüne muzip bir tebessüm konduruyor ve devam ediyor: “Haberler asla insanların ilgilendiği olaylardan bahsetmezler. Benim teorime göre insanlar sadece kendi etrafında gerçekleşenleri önemser. Yani haber onlar hakkında olduğu sürece ilgilenirler…”  

Lebowitz teorisini açıklamayı sürdürüyor, nasıl her bir bireyin karşılaştıkları her bir durumda kendilerinden bir parça bulma çabası içine girdiğinden söz ediyor.

 

Birkaç hafta önce, yabancı bir hocamla ‘En İyi Amerikan Romanı’ unvanını hak edecek kitap üstüne tartışma fırsatı buldum. Konumuz Muhteşem Gatsby üzerinden ilerliyordu. Her ne kadar Jay Gatsby’nin takıntılı doğasına ve Daisy Buchanan’ın bir erkek yazarın elinden çıktığını ziyadesiyle belli edecek fantezi yüklü karakterine hayran olmasam da, verimli bir tartışma içine girebilmek uğruna birkaç düşüncemi kenara bırakıp kendi sınırlarımı zorlamaya hazırdım. O, “Muhteşem Gatsby en iyi Amerikan romanı olamaz. Çünkü neden bir grup zenginin hayatını önemseyelim ki? Gerçek hayatın içinden, halkın içinden o kadar eser varken; yaşanılan zorlukları yansıtan şaheserler varken, neden Muhteşem Gatsby?” diyordu. Ben de başımı onaylar gibi bir aşağı bir yukarı sallayıp, “Ama bir de şu yönden bakın…” diyerek fikirlerimi izah etmeye çalışıyordum. Arada bir durup kendimi sorguladığım, ne diye bu kadar uğraştığımı merak ettiğim oluyordu. Fakat hocama verdiğim tutkulu cevapları bizzat yansımama veremiyordum. Argümanlarım zannettiğimden daha az tatmin ediciydi.

 

İşte Fran Lebowitz telefonlardan yakınıyor. Bir kadın soru sorarken bir polis arabasının kendisine çarptığını ve bu yüzden koltuk değneği kullanmak zorunda kaldığını belirtince “Geçmiş olsun.” dahi demiyor. Seyirciyi hafifçe rencide ediyor. Metrodaki insanları inceliyor, gözlerini deviriyor.

Aslına bakarsanız, ne Lebowitz ne de onun kovboy çizmeleri pek de benim tarzım değil.

 

Bütün gece uyuyamadım. Çünkü bugün Lebowitz gibi giyineceğim. Babamın siyah gömleği ile oversize bir blazer ceketi üstüme geçiriyorum. Bol bir kot pantolon. Ve çizmeler… hayır sanırım yapamayacağım. Öyle normal giyinen biri de değilim üstelik. Öyleyse neden bu kadar zorlanıyorum? Sanırım kabul edilmiş bir tuhaflığım var. Ve bu çizme kabul edilmiş tuhaflığımın sınırlarının dışında bir tuhaflığa sahip. Neden evimde hiç giyilmemiş bir kovboy çizmesi var? Lebowitz… Lebowitz’in ayakkabıları.

 

Aynadaki yansımamı baştan aşağı süzerken, Lebowitz’de kendime dair hiçbir şey görmediğimi fark ettim. Pek çok esprisi bana komik olmaktan ziyade incitici geliyordu. Teorilerinin temelinde de eleştiriden çok şikâyet yatıyormuş gibiydi. Paspal ve umursamaz görüntüsünde özenli bir süreklilik vardı. Ve ne kadar zeki olduğundan haberdar olması beni bir miktar huzursuz ediyordu.

Öte yandan, katılmadığım fikirlerini dinlemekten keyif alıyordum. Mimiklerini incelemekten, cümlelerini vurguladığı noktaları yakalamaktan, kuru ve büyük ellerini önemli bir meseleyi açıklarken nerelere koyduğunu takip etmekten haz alıyordum. Benden hiçbir parça bulamadığım bu yap-bozu birleştirmekten yani.

Belki, Muhteşem Gatsby de bu yüzden muhteşemdir. Kimsenin tecrübelerini paylaşmadığı, acısına ortak olmadığı için. Sadece okunan ve okunduğu süre boyunca başka hiçbir konu üzerine kolaylıkla kafa yorulmayan bir eser olduğu için. Gazap Üzümleri ile benzer şekilde kendi ailenizden örnekler bulamadığınız için. Karakterleri başka ülkelere yerleştirip aynı sonucu elde edemediğiniz için. Muhteşem Gatsby tam da bulunduğu noktada yeşil ışığı seyretmesi gerektiği için. Ait olduğu yerde, oynatılamaz bir durumda bulunduğu için. Her bir insanda olduğu gibi, değiştirilemez bir karaktere sahip olduğu için. Ve tüm tanıdık eserlerin yanı sıra, benzersizliği ile okuyucuya yaklaşabildiği için.

 

Aynanın önünden ayrıldım. Lebowitz’in Ayakkabıları kaldırımı dövüyor. Tık, tık, tık-tık… Apartmanın kapısı arkamdan kapandığı gibi üstüme bir pişmanlık çöküyor. Sabah erkenden yağan yağmurun oluşturduğu su birikintilerine bakmaya çekiniyorum. Tık, tık, tık-tık… Üst katta oturan komşumuzla karşılaşıyorum, “Günaydın.” diyor. Ben de “Günaydın.” diyorum ama mırıldanır gibi konuştuğum için sesimi duymadığından endişe ediyorum. Gözlerim biraz ufak olduğundan, maskenin kapattığı tebessümümü yanaklarıma değen kirpiklerimden fark etmiştir diye umut ediyorum.

Komşumu ardımda bırakınca siyah, süet topuklularının sesini işitiyorum. Lebowitz’in Ayakkabıları’na hiç benzemiyorlar. Tık, tık… duraksıyor. Beni baştan aşağı süzüyor. İçinden, “Üstü başı normal, peki o kovboy çizmeleri ne alaka?” diyor.

 

Okul bugün daha kalabalık. Ayakkabılar öğrencilerin sayısını ikiye katlıyor. Üstelik daha dobra, daha gevezeler. Ancak Yaz gelince sakinleşip, şiir/şarkı söyleyebilirler.

İşte yanımdan kalıplı bir bot geçiyor, çılgın stilettolar sakız çiğniyor, çakma Oxford ayakkabılarında Oxbridge yazıyor. Virginia Woolf şimdi her neredeyse kıkırdamadan edemiyor. Yağmurdan ıslanmış spor ayakkabılarının boynu bükük, babetler ise kenarda eriyip gidiyor. Mevsime uysun, uymasın. Ayakkabıların her biri hoş karşılanıyor. Aralarında siyaset tartışıp, dedikodu yapıyorlar.

Okulun koridorları şüpheli adımlar attığımdan uzadıkça uzuyor. En yakın arkadaşım bana sarılmadan evvel şöyle bir duraksayıp Lebowitz’in Ayakkabıları’nı inceliyor. Feci bir vukuata tanık olmuş gibi dertli dertli yutkunduktan sonra, “Değişik.” diyor. Eğer tuhaf deseydi teşekkür ederdim. Ama insanlar değişik kelimesini hep biraz iğrenerek söylüyor.

Sıramda oturduğum sürece her şey yolunda. Lebowitz’in Ayakkabıları’nı masanın ayağı kapatıyor. Ben de biraz siyaset tartışıp dedikodu yapıyorum. Ama ayağa kalktığım gibi botların, stilettoların, babetlerin yüzü düşüyor. Omuzlarımdaki yük kalkıyor. Tüm ayakkabılar gerçekle el sıkışmaya başlıyor.

 

Gatsby’nin partisine giderken nasıl tüy ve simle kuşanmak gerekiyorsa, Lebowitz ile konuşmaya kalkmadan önce de değişik bir muhabbete hazır olmak gerekiyor. İğneleyici ifadelerine, ağdalı diline, verdiği her mesajın ardından masanın üstüne açtığı ellerine, belli belirsiz tebessümüne ve göstermediği sempatisine... Lebowitz’in Ayakkabıları, sohbetine doğru konuğu seçiyor. 5 kilometre öteden bile “Cesaret edebiliyorsanız yaklaşın.” diyor. Vücuduna sabitlenmiş kocaman bir tabela gibi. İnsanlar bir bir eleniyor.

Ama içleri gidiyor değil mi? Bir kez olsun ceketlerine uymayan bir çorap giymeye, herkes tarafından dalga geçilen o müzik grubunu dinlediklerini söylemeye, Stefan Zweig’ın öyle ahım şahım bir yazar olmadığını belirtmeye içleri gidiyor. Herkes Lebowitz’in Ayakkabıları’nı giyseydi ne olurdu merak ediyorum. Ütopik bir dünya, düşüncesi bile Thomas More’un dilinin tutulmasına sebebiyet veriyor.

 

Sunucu konuyu değiştiriyor: “Peki seni ne mutlu eder, dünya ile ilgili ne keyfini yerine getirir?”

“Sigara içmek.” Muzip tebessüm. “Uyumak.”

 

Gömleğinin üstüne geçirdiği kendine en az 2 beden büyük gelen blazer ceketi, bol ve paçası kıvrılmış kot pantolonu ile neredeyse ‘sıradan’ diyebileceğimiz bir görüntü yakalarken bakışlarımızın deri kovboy çizmelerine kaymasıyla Lebowitz’in dik başlı imajı kendini ortaya koyuyor. Bizden olmayan, bizden uzakta olmayan. “Cesaret edebiliyorsanız yaklaşın!”

Bir yorum yapın

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz.