26 Aralık 2021
Kategori: Yazılar
Yine arkada oturduğum için hızımızı öğrenmem imkânsız. Kalkıp, duruşumu dikleştirip, “Biraz yavaşlayabilir miyiz?” diyebilirim belki. Evet, sonra evine dönmek için saniyeleri sayan şoför bana dönüp bir güzel saydırır. “Daha ne kadar yavaş gideyim? Görmüyor musun herkes beni geçiyor. Şımarık velet seni.” İfade şekli yanlış ama, birinin bana velet demesi fikri hoşuma gitmedi değil. İlkokulda bile sınıfın en uzun kızıydım. Bunu söylemeye çekinsem de, o an küçümsenmenin verdiği etkiyle dudaklarıma yayılan gülümsemeyi gizleyemezdim muhtemelen. Biri montumun içine sakladığım atkının söküğünü fark etmiş gibi olurdu. Utanç verici, ama rahatlatıcı da. Velet demek, nostaljik bir söz.
Tabii bunlar gerçek olmayacak. Çünkü yerimden kalkıp, duruşumu dikleştirip, dengemi koruyarak 7-8 sıra önde otobüs kullanan şoförün omzunun üzerinden ricamı fısıldamayacağım. Camdan yana başımı çevirip dinlediğim şarkının sözlerini daha iyi duymak adına sesini açacağım sadece. “Şimdi bir trafik çıksa…” diyeceğim kendime. “Çok güzel olurdu.”
Şehir merkezinin yoğunluğundan çıkınca çaprazımda oturan ve dakika başı saatine bakan kız rahat bir iç çekti. Herhalde yetişmesi gereken önemli bir yer vardı. Evet, giyimine bakılırsa süslü bir mekâna gidiyordu. Kadife bordo elbisesinin üstüne, omuzlarına beceriksizce attığı şal onu Ankara’nın ayazında yeterince sıcak tutmayacak diye endişelenecektim ki, muhtemelen uzun paltolu biriyle buluşacağı fikri aklıma düştü. Şimdi daha yeni güneş batmıştı ve hava yeterince soğumamıştı. Saatler geçtikçe hafif bir ürperme gelecekti üzerine ve uzun paltolu bey onayını alma zahmetine girmeden omuzlarına kendi paltosunu atacaktı. Kız ufak tefekti, herhalde bu hareketin etkisiyle boynu biraz öne atılır, vücudu hafifçe sarsılırdı. “Gerek yok.” derdi. “Teşekkür ederim, üşümüyorum.” Şimdi uzun paltosu olmayan bey samimiyetle gülümseyip çenesi titreyen kızın söylediklerini görmezden gelirdi. Başını şöyle bir gökyüzüne kaldırdıktan sonra verdiği nefesle ağzından çıkan dumana şu sözcükler eşlik ederdi: “Ne güzel bir gece.”
Benim yetişecek bir yerim yok. Olsaydı bile, trafikte kalmayı tercih ederdim. Bu hiçbir tutarsızlığı olmayan, şahane bir bahane. Beni arayıp acele etmemi söyleyen herkesi iki kelimeyle başımdan savabilirdim. “Trafik var.”
Trafik olsaydı eğer dinlediğim şarkı eve varınca yarım kalacak mı diye de endişelenmezdim. Müzisyenlere saygısızlık yapmaktan hiç hoşlanmıyorum. Birinin sözünün yarım kalmasından da öyle. Hatta bazen aklıma bir cümlenin ortasında ölüveren insanlar geliyor. Nokta koymadan kayıp gitmek, ne feci olurdu diyorum. Havadan sudan dahi bahsetsem, yelkovan ile akrebin işlerini biraz olsun aksatmalarını umuyorum. Bunun temelinde “Ne hakla sözümü bölersin?” gibi bir soru yatmıyor. Çoğu kişinin yarım kalan cümlelere dair olan memnuniyetsizliğinin, karşı tarafın kibrinden kaynaklandığını biliyorum. “Hıh, o kim de benim lafımı tamamlamama izin vermiyor!” ya da, “Senin haddine mi ben konuşurken araya girmek!” Ama benim açımdan, içimden defalarca tekrar ettiğim ve her bir harfini tarttığım, özene bözene seslendirdiğim bir cümlenin yarıda kalması, sadece kırıcı olur. Öncesinde çok uğraştığım, ve zamanında söylemeye cesaret edemediğim için.
Yakınlarda izlediğim bir dizide şöyle bir ifade geçiyordu: “Bahar baharda doğar. Bahar yazın büyür. Bahar sonbaharda hasat edilir. Bahara kışın değer verilir.” Baharın tatlı çiçeklerinin kokusu uçup gitmişken özleniyor tabii. Gelinceye dek hasreti çekildikten sonra, sevinçle karşılanıyor. Ama bu döngü hayatın öteki taraflarına uygulanamıyor. Bahar bazen, sadece canı istediği için, geri dönmüyor.
Bir şeylere yalnız benim gecikmediğimi bilmek güzel.
Şöyle güzel bir trafik çıksaydı ve ben gözlüğümü silip kılıfına yerleştirseydim, arabaların stop lambalarının kırmızı rengi yamuk bir çizgi haline gelseydi, kocaman binalar camıma düşen yağmur damlalarının içine sığacak kadar küçülseydi, o zaman belki bahara ve kışa daha çok kafa yorabilirdim. Ne yazık böyle bir zamanda tanıdık kaldırımlara rastlamak!
Kadife elbiseli kızın durağına geldik. Neşeyle yerinden kalkıp hoplaya zıplaya orta kapıya gitti. Etrafına öyle güzel bir enerji saçıyordu ki yanından geçtiği yolcuların suretinde bir aydınlanma beliriyordu. Bütün gün verdikleri emeklerden ve çalışmalardan sonra kadife elbiseli kızın neşesiyle dinginleşmiş, yarını sabırsızlıkla bekler hale gelmişlerdi. “Demek bundan bahsediyormuş.” dedim iki gün önce amcamla yaptığım telefon konuşmasını hatırlayıp.
“Bazı insanlar çok büyük icatlar ile insanlığa katkı sağlar ve göçüp giderler. Kimileri doktor olur hayat kurtarır, kimileri savaşlara katılır, kimileri dünyanın en ücra köşelerine yolculuk edip yüzü çamura bulanmış, eli nasır tutmuş insanlara yardım eder. Senin gibiler de tohum serpiştirirler. Güzelce gülümseyerek yoldan geçenlerin üzerine sevinç tohumu atarlar. Bunların büyümesi zaman alır; bazıları tutmaz, uçar gider. Ama tebessümden hiç zarar gelmez. Ulaştığı kalbi sıcak tutar.” Bu sözleri -Ralph Waldo Emerson’un hoşlanmadığım hayalperestliğini hatırlattığı için- önce pek umursamamıştım. Ama çoktan güneş batmışsa da, koltuklara yayılmış uyuklayan herkesin yüzünde doğal bir ışıltı belirmişti. Otobüsün bozuk dijital saatindeki kırmızı sayılarından yayılıyor olamazdı, imkânı yoktu.
“Teşekkürler.” dedim. “İyi akşamlar.” Şoför mahcup bir şekilde arkamdan seslendi: “Kusura bakma kızım, benzin almak için yolu uzatmak zorunda kaldım. Hakkını helal et.” Ayağım yere değince kapı kapandı. Şimdi her şey daha hızlı ilerliyordu. Zamanın durduğu bir mekândan çıkmış gibi üstümdeki mayışık halden kurtulmak için omuzlarımı silktim. Yağmur taneleri şimdi irileşmiş, kar taneleriyle iş birliğine girmişti. Yanımdan geçen bir çocuk annesinin paltosunu çekiştirdi: “Böyle yağarsa okul tatil olmaz ki. Hiçbir anlamı yok.” Annesi de onayladı: “Hayatta tutmaz bu kar. Bak, iyi ki ödevlerini yapmışsın. Sana kalsa hava durumuna güvenip yan gelip yatacaktın.”
Verandanın tahta kapısından içeri girip aralanmış mutfak kapısını açtım. Trafikte kalmış sürücüleri düşünüp iç çekmeden de edemedim. Ellerini radyo kanallarını değiştiren düğmelere uzatmalarını, güzel bir parça duyunca durup dinlemelerini diledim. Benim için artık geçti.
Hiçbir anlamı olmayan kar bütün gece yağmaya devam etti ve okullar iki gün tatil edildi. Kadife elbiseli kız ne kadar beklediyse de, uzun paltolu bey gelmedi.