03 Nisan 2019
Kategori: Yazılar
“Allah’ım ne olur küçük bir mucize olsun da yarın bambaşka bir diyarda uyanayım. Herkes beni sevsin. Tüm insanlar gülümsesin. Kahramanı olayım oranın. Ama çok kalmayayım. Annem endişelenebilir. Ama çok az da kalmayayım. Gidip geleyim istediğimde. Çünkü orayı buradan daha çok seveceğim. Allah’ım ne olur küçük bir mucize olsun da yarın bambaşka bir diyarda uyanayım. Herkes beni sevsin.”
Küçük Fatma ne zaman çizgi filmlerde yeni bir dünya görse bu duayı eder öyle uyurdu. Bir gün gerçekten Varolmayan Ülke’de uyanacağını düşünürdü. Belki keşfederdi hiç görmediği yerleri ve tanışırdı küçük devlerle. Atlantis’te ne kadardı ev kiraları? Hogwarts’a burslu girebilir miydi? Tabii ki bunlar hiç umurunda değildi. Hiçbir yere gidemese bile en azından Heidi’yle arkadaşlık ederdi değil mi? Aksi Alpöhi’nin ekmeğin üzerine erittiği peynirlerden hep yemek istemişti. Üstelik o hiç peynir sevmezdi.
Küçük Fatma demem haksızlık belki de. Çünkü aynı her şey. Hala gürültüden bıkıp bir anda ortadan kaybolmayı ve yedi cüceyle karşılaşmayı bekliyorum. Duam değişmiyor, sadece bazen geri dönüş bileti almak içimden gelmiyor.
Bu dünyada hayal etmek zor, çünkü öyle bir üniversite bölümü yok. Hiçbir mülakatta en sevdiğim lolipopu sormayacak insanlar. İşim asla yıldızları izlemek olmayacak. Belki yavaş yavaş söner onlar da. Dünyayı izlemek sıkıcı olsa gerek. Tüm bu grilik sarıyor insanı. Ama sarılmıyor… hiç, sarılmıyor.
Stardust filmindeki bir yıldız şöyle diyor: “Tüm o savaşlar, acı, yalan ve nefret… dünyaya arkamı dönüp bir daha bakmamak istememe neden oluyordu. Ama insanların sevgisini gördüğümde… Evrenin en uzak kısımlarını arayabilirsiniz ama ondan daha güzel bir şey bulamazsınız.” Herkes bir sürü umut ipi bağlıyor dünyaya. Kopuyor tabii çoğu. Sonuncusu hep sevgi oluyor. Belki de dönüş bileti almaya değer…
Merak ediyorum… Ne zaman konuşacak kadar bana güvenecek oyuncaklarım? Ne zaman kedim ilginç fikirlerini paylaşacak insanlarla? Ne zaman Sünger Bob’la tanışıp denizde ateşi nasıl yaktıklarını soracağım? Ne zaman bulutlarda oturup, fasulye sırığını tırmanmaya çalışan Jack’i bekleyeceğim? Gökyüzündeki krallık, yer altındaki dünya… Cinderella nerede yaşıyor?
Ilene Woods’un seslendirdiği bir dünyada yaşamak isterim… O zaman sabahları kuşlar uyandırır beni. İnsanlar durup dururken sokaklarda vals yaparlar ve…. ve… güzel olur işte.
Keşke zor olmasa kemanı öğrenmek bu kadar ve çalabilsem arpta istediğim parçayı. Kendimle tanışmayı çok isterim. Mesela hem siyah beyaz filmleri, hem de gökkuşağını severim. Dengesiz prenses var mıdır acaba? Ben de olabilir miyim?
“İşin gücün çiçek böcek.” diyor içimden bir ses. Ya da dışarıdan söyleniyor… İşim gücüm çiçek böcek olduğu için mutluyum. Geçen gün bir deveyle konuştum. Doğduğu topraklardan alınıp otoyol kenarına oturtulmuştu. Ağzı bağlıydı konuşmasın diye. Çünkü haykırırdı acımasızlığı. Gözlerinde yağmur yağıyordu ve insanlar sırtına çıkıp poz veriyordu. İzin bile almadan… Kimse “Acaba sırtınıza oturabilir miyim?” demiyordu. İçimden ruhumun küçük bir kırıntısı çıktı. Öyle küçüktü ki kimse görmezdi. Elindeki makasla devenin bağlı olduğu halatı kesmeye çalıştı…
Dünyada pek mutlu son yok.
Müzisyen olursam diye ilk konserim için tarih belirledim bugün. 2 Aralık 1954. Audrey Hepburn’ün Roma Tatili filmi gösterime girecek çünkü. Gösteriden önce sinemaya gitsem hiç fena olmaz. Ama gerçekten gidebileceksem geçmişe, yapacağım daha önemli şeyler var. Kurtarmayı istediğim insanlar aklıma doluyor. Malcolm X, John Lennon, Ritchie Valens, Buddy Holly, Anastasia Romanov, Selena Quintanilla Perez… O kadar çok kişi var ki… (Üstelik bunlar sadece tanınmış olanlar) Savaşları başlamadan bitirmeyi isterdim... Büyük sorumluluk ha? Geçmişe gidemememizin mantıklı bir sebebi daha işte! Yine de… ben pek mantıklı bir insan değilim.
Ressam olursam diye ilk sergim için yer belirledim. Orman. Herhangi bir orman.
Resimlerimde çok fazla yeşil kullanmaktan sakınmalıyım belki de. İlber Ortaylı’ya ders kitabında gördüğünüz bir tarihi olayı anlatmak ne kadar saçmaysa, bir ağaca da yeşili anlatmak o kadar saçma. Mesela yeni bir bilgi öğrenmişsiniz ve insanlarla paylaşmak için heyecandan ölüyorsunuz. En yakınınızda Hakan Albayrak var. Coşkuyla öğrendiklerinizi anlatıyorsunuz ve cevap: “Biliyorum, ben onunla alakalı kitap yazdım.” Evet… mantıklı bir insan asla o sergiye yeşil resim götürmez.
Yeşil boyalarım nerede benim?
Şu sıralar her gün yeni yeni şeyler öğreniyorum. Everest’e tırmanarak yapmıyorum bunu… Sadece bakış açımı gezmeye çıkartıyorum. Mesela mucizeleri hep kalıplara soktuğumu fark ettim bugün. Bütün krallıktaki tek 37 numara ayakkabı numarasına sahip Cinderella’nın yaşadığı gibi olaylar başıma gelirse, bunlara ‘mucize’ diyebileceğimi sanıyordum. Ama bugün maydanoz kaynayınca suya yayılan o güzel rengi fark ettim. Kristal şekerin taneciklerini inceledim. Acaba karıncalar şekeri bulunca, “Heyy kristal bulduk! Hadi gidip satalım.” diyerek evlerine ekmek parası götürebilmenin verdiği sevinci yaşıyorlar mıdır?
Nefes almak çok güzel mesela. Uykuya dalmak çok tatlı. Belki de duamı değiştirmeliyim…
Hayır… ben yine de öteki diyarlara gidilebiliyor mu bir öğreneyim.
“Allah’ım ne olur küçük bir mucize olsun da yarın bambaşka bir diyarda uyanayım. Herkes beni sevsin. Tüm insanlar gülümsesin. Kahramanı olayım oranın. Ama çok kalmayayım. Annem endişelenebilir. Ama çok az da kalmayayım. Gidip geleyim istediğimde. Çünkü orayı buradan daha çok seveceğim. Allah’ım ne olur küçük bir mucize olsun da yarın bambaşka bir diyarda uyanayım. Herkes beni sevsin.”
Yorumlar (5)
Hakan Albayrak
yanıtla
Leselya Koko
yanıtla
아이셰
yanıtla
Leselya Koko
yanıtla
Ayşenur
yanıtla