Bugün, neredeyse 16 yıldır bakıştığımız bir tabloda yeni bir ayrıntı fark ettim. 16 yıl birilerinin kariyerinin başladığı zamandan beri geçen süre olabilir. 16 yıl birilerinin evlilik yıllarının toplamı olabilir. 16 yıl pek çok insan hayatının küçük bir kısmını temsil edebilir. Fakat benim için 16 yıl, Fatma Albayrak'ın ömrü kadardır.
Ömrüm boyunca babanneme her gidişimde bir tabloya baktım. Saatlerce önünde durmasam da mutlaka gözlerim gezindi üzerinde. Bugünü tarihi bir gün ilan ediyorum. Bir ayrıntıyı fark ettim ben. Tablodaki küçük ve fakir döşenmiş evin penceresinin ardındaki manzarayı keşfettim. O manzara artık bana ait. Çünkü ben o manzaranın dostuyum.
Minicik pencerenin ardındaki yeşilliğin bir kısmını gördüm. O yeşillik açılıyor ve denizle buluşuyor. Denizin kenarında yürüyünce ormana varılıyor. Orman öyle tehlikeli döşenmemiş. Ağaçların arasında en az bir nefeslik mesafe var. Yelekli ve cep saatli bir tavşan yaşıyor o ormanda. Bir oraya bir buraya koşturuyor. Ne kadar sevimli göründüğünü fark etmiyor bile.
Ormanın ağaçları hep bir şeyler mırıldanıyor. Bazen şarkı, bazen türkü söylüyor, bazen de şiirler okuyorlar. Bu ormana sonbahar gelmiyor. Sürgüne gitmiş insanların ruhuna. Kış da alıp başını koşmuş, neşesiz beyinler onun yuvası olmuş.
Bu yüzden her gün mutlu orman. İlkbahar ve yaz el ele tutuşup oyun oynuyor, saçlarını örüyorlar birbirlerinin. Yaz arada bencilleşiyor çirkinleşiyor ama ilkbahar hep gülümsüyor ona. Bu gülümseyiş bulutların arasından üflüyor ve hafif bir yağmur yağdırıyor. Deniz kahkaha atarken yağmur onu sakinleştiriyor. Beraber vuruyorlar kıyıya. Kıyı dostlarını gördüğüne seviniyor.
İnsanlar hiç gelmemiş bu mutlu ruhların dünyasına. Tablodaki ev boş.
Rafta tek bir tabak duruyor. Küçük masaya bir dolu çay bardağı ve meyve konulmuş. Uzun bir sandalyenin üstünde en sevdiğim çiçekler duruyor. Beyaz çiçekler. Ben beyaz gül veya papatya diye hayal ediyorum o arkadaşlarımı. Kapının ardında bir mutfak var. Eski bir ocak alıyor gözümü. Tek bir çaydanlık ve tencere var büyükçe. Ocağın yanında kömürler duruyor kovanın içinde. Öteki yanda çeşme, birinin onu açmasını bekliyor. Duvarda asılı ismini bilmediğim şeyler var. Sebze olabilir mi? Neşeli sebzeler! Başta bahsettiğim pencerenin kısa bir perdesi var. Kimse bakamaz içeri, süs diye konulmuş belli ki.
Küçüklüğümden beri yaşamayı hayal ettiğim evin penceresi bana el sallıyor. İlk defa yanına çağırıyor beni. Geleceğim ev. Geleceğim neşeli ağaçlar. Geleceğim bulutlar, deniz ve yağmurlar. Geleceğim Yelekli Tavşan. Tanışacağım seninle. Olur da gelemezsem eğer... yazacağım sizi,
çay soğumadan.
Yorumlar (2)
İbrahim suyanı
yanıtla
Leselya Koko
yanıtla