24 Ağustos 2020
Kategori: Hikayeler
Salı sabahı Albayrak ailesinin mutfağı Yumurta Tutucusu’nun intiharıyla sarsıldı. Tabaklar, çanaklar, tencereler, tavalar… tüm mutfak gereçleri zangır zangır titriyor, bu trajediye sebep olan durumu merak ediyordu. Çünkü Yumurta Tutucusu oldukça sessiz bir genç olarak bilinirdi. Tartışmalara karışmaz, hep kenarda köşede otururdu. Kullanışlı değildi, boş bulunup alınmıştı işte. Atsan atılmaz satsan satılmazdı. Albayrak ailesi ona nadiren -dolapların en kuytu köşelerinde- rastlardı. Gerçi eğri oturup doğru konuşmak gerek! Evin küçük kızı Fatma bulduğu her fırsatta bu yumurta tutucusunu kullanırdı. Fakat kendisi çok yemek seçtiğinden, yumurta haşladığı zamanlar azdı. Neyse ki on bir aylık depresyon döneminden sonra yumurta tutucusunun iple çektiği Ramazan gelirdi. Kendisi pek sevinirdi buna. Her sahurda mutlaka yumurta haşlanırdı çünkü.
Peki Ramazan’a iki ay kala ne diye intihar etmişti bu zavallı? İşte Muhterem Porselen Çaydanlık Beyefendi bunu merak ediyordu. Bu acı olayı duyar duymaz yardımcısı Fincan Hanım’dan titizlikle herkesin kapısını çalmasını ve mutfak ahalisini yemek masasına çağırmasını rica etti. Kendisi oldukça yaşlı ve kırılgan olduğundan işlerini tek başına halledemiyordu.
“Ses… ses…” Teknisyen Cezve Bey birkaç denemeden sonra elindeki huniyi Muhterem Porselen Çaydanlık Beyefendi’ye uzattı.
“Bugün mutfağımız acı bir kayıpla sarsıldı. Hepiniz duymuşsunuzdur eminim. Zavallı Yumurta Tutucusu kendini açık bir dolaptan atarak intihar etti. Bu trajediyi duyduğumda hemen yan sokaktaydım. Yumurta Tutucusu küçüktü küçük olmasına ama parçaları öyle ufalandı ki tüm mutfağa dağıldı. Evin küçüğü Fatma Hanım pek üzüldü bu duruma. Bilirsiniz bir tek o kullanırdı bizim Yumurta’yı. Her ne kadar intihar olduğu belli olsa da kendisine otopsi yapılacak. Polislerle –yani kupalarla- buna karar verdik. Lütfen şimdi bir yere ayrılmayın, herkesin sorgulanmasını istiyoruz. Bu zavallı gencin ölümünü ne tetikledi, kim tetikledi öğrenmek zorundayız. Bu mutfağın bir suç ve depresyon mekânı olmasına izin vermeyeceğim!”
Son cümlelerin verdiği enerjiyle mutfak halkı coşkuyla bağırdı. “İZİN VERMEYECEĞİZ! HAİNİ BULACAĞIZ!”
Bir dolap tamamen boşaltılıp sorgu odası haline getirilmişti. Tuzluk iki kupanın yardımıyla içeri sokuldu ve sandalyeye oturtuldu. Gözüne giren parlak ışık yüzünden fena halde stres olmuştu.
“B…ben…” dedi hiddetle. “Ben bir şey yapmadım memur bey! O… o Tava yaptı ne yaptıysa. Yumurta Tutucusu’na hep sataşırdı. ‘Ne işe yarıyorsun sen?’ derdi. ‘Haşlanmış yumurtayı kızarmış yumurtaya kim tercih eder ki?’ Kenara köşeye çekip ceplerini arardı, bulduğu her parayı elinden alırdı. Yumurta Tutucusu bağırmaya yeltenirse de metal koluyla parçalara ayırmakla tehdit ederdi küçüğü. Ben sadece arada sırada espri yapardım. ‘Amma kullanışsız aletsin’ derdim. Zarar vermek istememiştim hiç.”
İki kupa –diğerinden daha şiddetli bir şekilde- Tava’yı sandalyeye oturttular. Olanları pek umursamamış gibiydi. Sakız çiğneyip etrafı inceliyordu. Bir ara “Kıyak ortam olmuş.” dedi fakat sonra sustu.
“O Tuzluk ne geveledi bilemem. Gereksiz bir tip. Zorbalık ettiğimi söylemiştir muhtemelen. Suçlu olduğumu düşünüyorsanız bu düşünceyi hemen silin aklınızdan. Ben sadece küçük dostumu hayata hazırlıyordum. İçten içe seviyordum bile onu. Arka sokakta birkaç defa dondurma ısmarladım. Bir takım tartışmalar oldu aramızda, kabul ediyorum fakat elimi sürmedim ona. Eğer bu intihardan sorumlu tutulacak biri varsa o da Tost Makinesi’dir. Geceleri kırmızı ışığını açıp ‘Cehenneme hoş geldin’ diye bağırıp duruyor. Deli midir nedir?”
Tost Makinesi zar zor sığdı dolaba. Fakat sandalyeye değil direkt yere oturtuldu. “Ne var?” dedi gür sesiyle. “Ben miyim şimdi suçlu? Saçmalamayın! İki-üç espri yaptım diye küçüğün ölümüyle mi irtibatlandırdınız beni? Olur öyle şeyler o yaşlarda. Kafası karışıktır, aşık olmuştur çocuk. Çözümü ölümde bulmuştur. Her şeyi irdelemeyin böyle. Fakat bana sorarsanız onu en çok kıran Alman Bıçağı idi.”
Alman Bıçağı sinsi sinsi geçti içeri. “Siz bir şey söylemeden önce…” diye sözünü kesti görevlinin. “Kabul ediyorum suçlu benim! Kim bu parlak bıçağa bakıp da ölesiye özenmez ki? Şu karizmaya bir bakın hele! Kıskanmıştır küçük Yumurta’cık. Haklı valla. Ben de olsam, ben de atardım kendimi şuracıktan. Fakat onu benim karizmamdan daha çok sarsan bir şey var… ‘Biri’ daha doğrusu. Fincan Hanım. Durmadan okul notlarını eleştirirdi. Bir de kilo vermesini söylerdi. Cadaloz kadın.”
“Ne?” dedi Fincan Hanım hıçkırıklarının arasından. “O küçük yavrucağın ölümünden ben mi sorumluyum? Bunu nasıl söylersiniz? Asıl o Tuzluk…”
Geçen birkaç günün ardından yine herkes yemek masasında toplanmış, Muhterem Porselen Çaydanlık Beyefendi’nin açıklama yapmasını bekliyordu. Etrafa derin bir sessizlik hakimdi. Olanlar yüzünden kimse birbiriyle konuşmuyordu çünkü ne zaman ağızları açılsa “Hayır senin yüzünden!” diye çığlıklar yükseliyordu. Bu çığlıkları evin genç hanımı Fatma bile duyabilirdi, o kadar yüksekti!
“Ses… ses…” Teknisyen Cezve Bey birkaç denemeden sonra elindeki huniyi Muhterem Porselen Çaydanlık Beyefendi’ye uzattı.
“Otopsi sonuçları geldi… Kırılmış…” dedi Muhterem Porselen Çaydanlık Beyefendi. Kalabalığın şaşkın ifadelerini inceledikten sonra “Şu halinize bir bakın!” diye haykırdı. “Hepinizin ‘küçük’ kelimesiyle tarif ettiği ölü gencin üzerinizdeki etkisine bir bakın! Kaç gün oldu hala Fatma mutfağı süpürdükçe zavallının parçalarının tıngırtısı duyuluyor. Hayır… artık zavallı demeyeceğim ona. Kendisi bir dahi, sadece siz farkında değilsiniz. Gölgelerde yaşayıp bir hiç oldu şimdiye kadar. Sözlerinin bir ehemmiyeti yoktu. Yetersizdi, hor görülüp dalga geçiliyordu. O da kendini kırdı… Kırdı ki tüm mutfağı kaplayan bir gölge olsun üzerimizde. Her gece kâbuslarla uyanalım, ne zaman dolap açılsa korkuyla geri çekilelim. Her çıkan seste irkilelim, birbirimize katil diyelim… Vicdanımızın en kuytu köşelerine kadar girdi artık Yumurta Tutucusu. Bundan sonra bu mutfak onun ardında bıraktığı korku ve huzursuzluğa ait olacak.”